Gazetelerde, televizyon kanallarında, sosyal medyada sürekli olarak kötülük akıyor. Tecavüzler, cinayetler, dolandırıcılıklar... Kötülük artık her yerde, çünkü kötülükten söz edilemediği için bir virüs gibi yayılıyor. Toplumsal bağlar, insanları birbirine bağlayan simgesel değerler çözüldükçe, kötülüğü tutan zincirler de çözülüyor. Bu yüzden kötülük akıyor zamandan. Sanki kötülük, zamanın suçuymuş gibi...
Bir zaman düşünün ki herkesin kötü olduğunu söylediği, bundan şikâyetçi olduğu birçoğumuzun materyalist, maddeci bedeni ile zihnini bu doğrultuda çalıştıran, paraya, güce, makama ulaşmak için etiği, değeri, hakkaniyeti göz ardı ettiren, gönül muhabbetini, maneviyatı ve en önemlisi ölümü unutturan bir zaman olsun.
Evet, günümüz modern dünyası birçoğumuz için tam da böyle bir dönem. Bilgi çağı, altın çağı diye gurur duyulan bu modern zaman asında tam bir kötülük çağı. Öyle olmasa bu kadar kötülük, haksızlık, zulüm neden çepeçevre sarsın etrafımızı? Neden dünyada bu kadar kötülük var? Cevap çok basit mutlu değiliz. Daha fazlasını, hep en iyisini istediğimiz için mutlu değiliz. Mutlu olamayınca da anlamıyoruz, hissetmiyoruz ve de en önemlisi iyiymiş gibi yapıyoruz. Bu yüzden kötü olan zaman değil biziz, şikâyet ettiğimiz şeyin ta kendisiyiz, kötülüğün ta kendisi. Bu sebeple de sevmek varken nefret etmeye barış varken savaşmaya iyilik varken kötülüğü seçtik. Yılanı öldürene kahraman, kediyi öldürene cani demeyi seçtik. Bu seçimleri yaparken de çoğu zaman iyilik adı altında yaptık. Oysa her kötülük, “iyilik elbiseleri” ile dolaşır aramızda. Hiçbir kötülük mazeretsiz çıkmaz sokağa.
Öldürüyorsak, zulmediyorsak, güçsüzü eziyorsak, bütün güç bende olsun diyorsak zafere giden yolda çekilen çile mubahtır misali her şeyi geçerli hale getirip iyilikle süsleriz, iyiymiş gibi takılırız. Oysaki kötülüğü fark etmeye odaklanmış bir kalbi, “iyilik elbisesiyle” kandıramazsınız. Çok akıllı, çok okumuş, çok iyi bir insan olduğu için değil. Tam tersine iyi olmakla fazla ilgilenmediği için. Onun bütün ilgisi kötü olmamayadır.
Bu nedenle uyanmak lazım derin uykudan, anlayabilmek lazım, Afganlı bir annenin feryadı ile Ukraynalı bir annenin feryadının aynı yürekten çıktığını, bir siyahi ile beyazın aynı gözyaşınıdöktüğünü. Hissedebilmek lazım bir çaresizin, bir düşmüşün duygularını.
Ve en önemlisi unutmamak lazım; karanlığın ardından mutlaka bir aydınlık, her zorluğun ardından mutlaka bir kolaylık gelir şiarıyla hareket etmek lazım. Ne demiş şair: ”Alt tarafı bir çiçek koklayıp, bir hayvan sahiplenip, birkaç insan tanıyıp, sevip gidecektik bu dünyadan…”
NOT: Ülkemizde olan çok kötü bazı olaylara “olağanüstü şartlardayız olur böyle şeyler” kayıtsızlığıyla yaklaşan birçok insanı gördükçe, uzun zamandır üzerine düşünmeye çalıştığım bir konuydu bu. Bu sebeple de bugünkü köşe yazımda böyle bir yazı kaleme almak istedim. Hoşça kalın, sevgiyle kalın…
Yüregi guzel kardeşim senınleyiz